Harun Emre KARADAĞ http://reklamarkasi.com/hemre Harun Emre KARADAĞ Sat, 30 May 2020 11:22:21 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.4.2 “Yüzün Mü Olsun, Maskotun Mu?” http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/25/yuzun-mu-olsun-maskotun-mu/ Mon, 25 May 2020 17:55:00 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=626

Markaların potansiyel keşfetme, müşterileriyle güçlü marka iletişimi kurma ve onların beyinlerinde yer etme maceraları devam ediyor.

Markalar müşterilerin ilgisini çekmek zorundalar. Bir taraftan iletişim ve pazarlama hızlanırken diğer taraftan müşterilerin beğeni eşiği oldukça yükselmektedir. Bunun için de pazarlama iletişim stratejiniz çok önemli hale geliyor. Reklam ve pazarlama stratejiniz ne kadar hedef kitlenin duygularına seslenirse, ne kadar ilgi çekici ve özgünse o kadar akılda kalıyor, markanızın hatırlanırlığı artıyor. Hatta reklamınızın hedef kitleye ulaşması bazen yeterli olmayabiliyor. Marka farkındalığınızın ve marka imajınızın etkili olması gerekiyor. Bunun için de pazarlama ve reklam profesyonelleri tüketicilerin beklentilerine ve rakiplere cevap vermek durumdalar. Bunun içinde pazarlama ve reklam profesyonelleri ünlü ve maskot kullanımlarıyla markalarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Peki markalar için ünlü kullanmak mı yoksa maskot kullanmak mı daha doğru?  Zira ünlünüz veya maskotunuz sadece marka farkındalığı, marka hatırlanırlığı oluşturmak için yeterli mi? Satın alma eğilimine etki yapıyor mu? Markanızın görsel kimliğine, marka kişiliğine uygun mu? Hedef kitlenize uygun mu? Marka hikayenizi tam anlatıyor mu?

Reklam kampanyalarında bir tarafta marka farkındalıklarını; satışlarını film yıldızları, sanatçılarla artırmaya çalışan markalar, diğer bir tarafta; maskotlarla Arçelik’in Çelik’i, Yapı Kredi’nin Vada’sı, Garanti Bankası’nın Ugi’si, Türk Hava Yolları’nın Wingo’su, Turkcell’in Emocan’ları ve maskot dünyasına yeni katılan İş bankası’nın Maxi marka ve reklam karakterleri; hangisini tercih etmek gerekir?

Tüm bu akıldaki sorular için ister ünlülerle ister maskotlarla markalarının farkındalığını artırmaya çalışan şu hususlara dikkat etmek yararlı olacaktır.

Öncelikle tercihte bulurken marka stratejinize, hedef kitlenize göre bu değişiklik gösterecektir.

Reklamlarınızda ünlü kullanacaksanız birinci olarak reklamını yapacağınız ne ise bunun ünlünün kişiliği ile uyumlu olmasıdır, ünlü kişi film, dizi yıldızıysa rol aldığı karakterden yararlanılabilir.  İkinci olarak her ne kadar ünlü kullanmanın potansiyel faydaları önemli olsa da maliyeti ve riskleri de önem taşır. Reklamını yapacağınız ürün veya hizmet reklamda kullanacağız ünlünün olumlu olumsuz yanlarıyla markanızı etkileyecektir. Örneğin; Yapı kredi, sanatçı Sıla Gençoğlu’nu darp iddialarının ardından reklam yüzü olarak kullandığı Ahmet Kural ile çalışmayacağını duyurmuştur. Bir başka önemli nokta ise reklamı yapılan ürün veya hizmetin ünlünün geri planında kalmasıdır. Ünlü kullanımında birden fazla markanın reklamında ünlü kişinin kullanılması da marka hatırlanırlığı açısından markaya sıkıntı oluşturabilecektir.

Reklamlarda maskot kullanımına gelince; maskot markanın hikâyesini anlatan bir nevi “marka elçisi”dir.  Tüketicilerle duygusal bir bağ kurarak hatırlanması sağlanır. Maskotlar ürün veya hizmetlere hem de dikkat çekerler hem çekici hale getirirler. Maskotlar markalarınıza bir karakter, kimlik kazandırırlar. Bu da beraberinde müşterilerin hafızasında yer eder. Maskotlar birer hediyelik ürüne dönüşe bilirler. Fuarlarda, festivallerde, etkinliklerde, promosyonlarla, hediyelerle müşterilerin evine girerler.

Ünlü ve maskot kullanımı kıyaslarsak; maskotlar ünlü kullanımına göre düşük maliyetlidir. Kısa süreli ilgi çekmek için marka yüzleri güçlü etki oluştururken, uzun süreli müşteri ilişkilerinde maskotlar daha güçlü etki yapmaktadır. Maskotlarla marka hikayenizi anlatmak zaman alacaktır.  Ama o bağ kurulduktan sonra maskot sayesinde markanın hatırlanırlığı da bir o kadar uzun süreli olur. Maskotlar duygularımıza seslenen marka müşteri arasındaki sevimli köprülerdir. Müşterilerin zihninde uzun soluklu bir etki yaratabilir. Verimlilik ve etkinlik açısından ünlü kullanımına oranla maskotlar daha tercih edilebilir. Reklam ve pazarlama yöneticileri için marka hikayelerinin maskotlar ile anlatılması çok daha kolaydır. Yapılan araştırmalarda görmekteyiz ki maskot reklam yüzünden daha etkilidir. Ülkemizde de kullanımı her geçen gün artarak çoğalan maskotlar, tüketicilerin algılarında önemli etkiye sahiptirler.

Reklamlarda ünlü ve maskot kullanımı markaların rekabet etmeleri açısından önemli bir pazarlama stratejisidir. Markaların akılda kalmasını, markaya olan bakış açısını ve tüketicinin satın alma niyetini olumlu yönde etkileyerek satışları arttırmasını sağlarlar. 

Özetin özeti; marka iletişimi taktiksel açıdan ünlü kullanımı, strateji açısından maskot kullanımı marka farkındalığı, marka imajı açısından yararlı olacaktır. Tabii hedef kitlenize ve marka hikayenize göre hangisini kullanmak istiyorsanız karar sizin…

]]>
AR’SIZ OLMA, AR İLE GÜÇLÜ MARKA OL! http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/24/arsiz-olma-ar-ile-guclu-marka-ol/ Sun, 24 May 2020 17:52:00 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=622 TEKNOLOJİ NİN PAZARLAMA DÜNYASINA İNTERAKTİF HEDİYESİ: AR VE AR İLE AKILLI DÜNYADA YAŞAM!

Gelecek geldi!

Dev bir teknolojik dalganın içindeyiz. Her alanı etkisine alan bu dalga pazarlama dünyasını çok hızlı ve derinden etkiliyor. Teknolojinin pazarlamaya etkisiyle de eski tip pazarlama iletişim araçları yerini “görmekten ziyade yaşayarak öğrenme” imkânı veren araçlara bırakıyor. Artık pazarlama iletişim araçlarının baş rol oyuncusu teknoloji oluyor. Hanzade Doğan Boyner’in deyimiyle “Bildiğiniz pazarlama artık bildiğiniz gibi değil”.

Son dönemlerde pazarlama ve reklam kampanyaları teknolojiyle birleşip yeniden şekilleniyor. Zira yüzlerce farklı mecra içinden hedef kitleye en uygun mecraların seçilmesi ve verilecek mesajların doğru kanallardan iletilmesi pazarlama stratejisinin başarısı açısından hayati önem taşıyor. Pazarlama ve reklam yöneticileri hedef kitlelerine herkes gibi konuşup farklı şekilde ulaşmak, marka hikayelerini anlatmak için en doğru kanalları kullanmak zorundalar. Bu durum, beraberinde teknolojiyle de birlikte farklı iletişim kanallarını ortaya çıkarıyor. Teknoloji ile reklam kampanya mecraları da değişmeye başlıyor. Bu yeni trendlerden, etkili pazarlama iletişim araçlarından biri de “artırılmış gerçeklik” diyebiliriz. Bu noktada, artırılmış gerçekliğe “teknoloji’nin pazarlama dünyasına interaktif bir hediyesi” dersek isabet olur.

“Artırılmış Çağ’a” Hoş geldiniz!

Birkaç yıldır farklı sahalarda karşımıza çıkan artırılmış gerçeklik (Augmented Reality) çalışmalarının, artık pazarlama sektörünün de en etkili araçlarından biri olduğunu görüyoruz. Firmalar, ürünlerini daha interaktif bir şekilde pazarlamak için AR teknolojisini kullanıyor. Artırılmış gerçeklik teknolojisi ‘oradaymış hissi’ oluşturuyor. Beş duyumuza (görme, işitme, tatma, koku, dokunma) etkin şekilde hitap ediyor. Artırılmış gerçeklik uygulamaları markaların ürün ya da hizmetlerini fiziksel ve duygusal olarak daha gerçekçi, etkileyici hale getirip, tüketiciye farklı deneyimler yaşatıyor. Artırılmış gerçeklik (AR) ses, video, grafik veya GPS gibi verilerin kullanılması suretiyle fiziksel ve gerçek dünyayı birleştiriyor. Markalara farklı olma, akılda kalıcı olma, rakiplere fark atabilme açısından avantaj sağlıyor.

Artırılmış Gerçeklik Kullanım Alanları Nerelerdir?

Artırılmış Markalar, Artırılmış Değerler, Artırılmış Kampanyalar

Amerika’da, Avrupa’da yaygın bir pazarlama iletişimi stratejisi olarak kullanılan artırılmış gerçeklik, ülkemizde de kullanılmaya başlandı:

AVM’lerde, parklarda, mağazalarda müşterilerin ilgisini çekiyor. Orlando’daki tematik parkta insanlara “artırılmış gerçeklik” ile unutamayacakları bir gün yaşatılıyor. BMW, Boeing, Volkswagen gibi markalar tamir, montaj, imalat gibi aşamalarda artırılmış gerçeklikten yararlanıyor. Dizayn aşamasında IKEA insanlara, mobilyaların evlerinde nasıl duracağını, taşıma sıkıntısı olmadan bu teknolojiyle gösteriyor.  Kıyafet denerken; tüketicilerin evlerinde ya da mağazalarda ürün denemeleri konusunda mağazaya gitmeden ürünü denemelerine ve satın almalarına imkân tanıyor. Pizza Hut’ın AR paket servis hizmeti de akıllarda yer ediyor. Emlak firmaları AR ile merak ettiğiniz bir evin camına asılacak olan ilandan, evin tanıtıcı videosunu sizlere izletiyor. Aynı şekilde AR ile kitap, gazete ve dergi başta olmak üzere basılı olan yayınlarda, materyallerde yer alan resimlerin üzerine akıllı telefonunuzu tutunca; video veya 3 boyutlu bir içerik karşınıza çıkıyor. İrlanda’da yayınlanan Dublin Gazetesi hem haberlerini hem de reklamlarını artırılmış gerçeklik uygulamasıyla etkileşimli halde sunuyor. Cihaz kurulumu ve tamir işiniz için servis çağırmanıza gerek kalmıyor. İmdadınıza yine AR yetişiyor. Coca Cola, Çin’de “Sleek Can” kampanyası ile 23 farklı kutu tasarımı hazırladı; kutularının üzerinde Çin’in birbirinden özgün silüetleri ve simgeleri artırılmış gerçeklik ile canlanıyor, Çin’de yolculuğu çıkartıyor. Yine Coca Cola AR deneyimleyenleri FIFA 2018 Dünya Kupası’nda Xherdan Shaqiri’yle sanal olarak yan yana getirerek futbol topuyla çeşitli hareketler yapabildiği bir artırılmış gerçeklik deneyimi hazırladı. AR ile sanat ve müzelerde artırılmış gerçeklik teknolojisi ile gezmek daha keyifli oluyor; yakında “Zeki Müren de bizi görecek!”. Sakıp Sabancı müzesi de AR ile interaktif gezilebilir. Oyunlarda da AR kullanıyor. Örnek; Pokemon Go. Sony ve Microsoft gibi firmalar oyunların daha etkileşimli olması için artırılmış gerçeklik teknolojisini kullanıyor. AR ilk olarak savunma sanayisinde savaş uçağı pilotlarının kokpitte karşılarındaki ekranlarda ve piyadelerin kullandığı kasklarla bütünleştirilmiş olan gözlüklerle kullanıldı, hala kullanılıyor. Mimari alanda, inşaat sektöründe de AR teknolojisi ile projeleri deneyimleyebiliyoruz. Yeni navigasyonunuz artık AR: “Hiç bilmediğiniz bir ülkede geziyorsunuz ve karşınıza tarihi bir bina çıktı!” bu yerlerin geçmişini öğrenmek istiyorsanız artırılmış gerçeklik teknolojisi ile her şeyini öğrenebiliyorsunuz. Kamu hizmetlerinde de artırılmış gerçeklik kullanılıyor. Meclis dergisi, Gençlik Bakanlığı, TRT Çocuk dergisi, Bakırköy Belediyesi deprem gibi afetler için, Mardin Büyükşehir Belediyesi yerli bir yazılım olan Mardin Ar uygulamasıyla turizm destinasyon aracı olarak şehrin kültürü, tarihi ve gelenekleri hakkında üç boyutlu görsellerle, videolarla bilgi veriyor. Fatih Belediyesi önemli mekânları, tarihsel miras yapıları AR ile öğretiyor. Eğitimde astronomi, coğrafya, kimya, fizik, geometri, biyoloji, İngilizce eğitimi, muhasebe eğitimi vb. alanlarda öğrenime destek oluyor. Öğrencilerin hayal gücünün ve yaratıcılıklarının gelişmesine destek oluyor, öğrencilerin ilgilerini çekiyor, öğrenmelerini ve derse katılımlarını artırıyor ve onları motive ediyor. AR ile iç organlarımızı 3 boyutlu olarak görebiliyoruz, dünyanın öbür tarafındaki bir sınıfta ders dinleyebiliyoruz, uzayda seyahat edebiliyoruz. TRT Çocuk’ta yeni başlayacak olan matematiğin günlük yaşamda nasıl kullanıldığını anlatan Pırıl çizgi filminin tanıtımında AR‘nin kullanıldığını görüyoruz. Ayrıca davetiyelerde, kartvizitlerde, yüz, vücut tanıma, sanal ayna uygulamalarında artırılmış gerçeklik kullanımını görüyoruz. Örnekleri artırabiliriz. Ayrıca Apple, Samsung, Google AR’de yerlerini aldılar.

AR’sız Olma! Markalarınıza AR İle Değer ve Güç Katın!

AR müşterilerle daha güçlü iletişim kurmaya, marka farkındalıklarını artırmaya uzun soluklu bir müşteri-marka bir ilişkisi kurdurmaya vesile oluyor. Artırılmış gerçekliğe “müşterilerle yeni bir iletişim kurma metodu” da diyebiliriz.

Artırılmış gerçeklik tüketici dünyasındaki önemini her geçen gün arttırıyor.  AR yatırımlarının 2022 yılına kadar 117,4 milyar dolara ulaşması bekleniyor ve pazarlamanın önemli bir bileşeni haline geliyor.

Elini çabuk tutan, kendi AR uygulamalarını geliştiren ve reklamlarını yayınlamaya başlayan, kampanyalar düzenleyen firmalar, sosyal medyada da fazlası ile konuşulduklarından etkisi diğer reklamlardan çok daha fazla oluyor. Mobil ve sosyal medya ilişkisi gün geçtikçe güçlenirken, bu tarz uygulamalar tüketici tercihlerini etkiliyor.

Artırılmış Gerçeklik ile gelecek çok farklı olacak ve ilginç bir dünya bizi bekliyor. Marka ülke, marka kent, marka üniversite, marka eğitim ve güçlü marka olmak, marka imajı ve farkındalığı oluşturmak için AR’de yerimizi almalıyız.

Artırılmış markalar, artırılmış marka farkındalığı ve artırılmış marka imajı, artırılmış kampanyalar: ARsız olmayın, güçlü marka olun! ARsız kalmayın.

]]>
Sosyalsen Ulaşırsın! http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/sosyalsen-ulasirsin/ Sun, 17 May 2020 18:27:50 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=656 Eski bir reklam sloganı “siz hala annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?”. 2015 genel seçimlerine doğru milletvekili aday adaylarının yapmış oldukları tanıtımlara bakınca bu slogan aklıma geldi. Bir de tanınmış bir siyasetçinin “ ya kardeşim sosyal medyada neymiş, gidin kapı kapı dolaşın” cümlesi şöyle tebessüm ettirdi beni.

28 Mart, 2015 – 11:09 – Bu sayfayı paylaşın :  

-A+A

Neden mi ?

Kapı Kapı Dolaşmak Eskisi Gibi Etki Yapıyor Mu?

Aday adayları kapı kapı dolaşıyor. Peki eskisi gibi etki yapıyor mu?  Günümüzde kapı kapı dolaşmak tek başına akıllı bir strateji mi?  Bence  artık pek değil! Artık internet var, seçmen davranışlarını etkileme yöntemleri  farklı! Bir tıklama ile herşey evinde, kapı kapı dolaşmaktan daha fazla kişiye ulaşabiliyorsun!  Zira eskide kalıyor; eskimeye başladı  kapı kapı dolaşma yöntemi. Yeni medya’nın  etkisini  yavaş yavaş hissetmeye başladık. Önümüzdeki süreçte yeni medyanın gücünü daha da yoğun hissedeceğiz.  Artık eski usüllerin etkisi giderek azalacak. Etki olarak eski medya yeni medyanın yerine tutmayacak. DEMEDİ DEMEYİN!

İnanmadınız mı?

Dünya’daki seçimlere baktığımızda az ya da çok yeni medya etkisini göstermeye başladı. Küçük bir Amerika olmaya doğru gittiğimizi de düşünürsek bir de malum başbakanlık sistemin konuşulması ve siyasi partilerin kendilerini konumdırmasına bakın bu analizimi daha da güçlendiriyor. Hatta  Obama’nın iki seçimi de kazanma stratejisinde yeni medyanın etkisi büyük!

Yine Arap baharı desem, 17-25 Aralık olayları desem, Fuat Avni desem mutlaka aklınıza birşeyler gelmiştir. Bu olaylar yeni medya diye tabir edilen “facebook, youtube, twitter vb.” araçlarla gündem oluşturulmuş algı yönetimi yapılmıştır. Zira BU OLAYLAR GÜNLERCE KONUŞULDU HALA KONUŞULUYOR. TÜM BUNLAR YENİ MEDYANIN ETKİSİNİ GÖSTERMİYOR MU?

Bir başka açıdan genç  bir ülkeyiz diyoruz. Genç nüfus nerede takılıyor? Tabi ki yeni medya da. Hatta çocuklarını takip etmek isteyen aileler de yeni medyada yerini almaya başladılar. O zaman yeni medya da olan büyük üstünlük sağlayacaktır. Bunun içinde planlı programlı içerik hazırlayan, akıllı paylaşımlarla seçmeni etkileyen  önde olacaktır. Bunun etkisini seçimlerde daha çok göreceğiz. Yeni medyayı dikkate almayan argo deyimle babalara gelecek!

Partiler Yeni Medya’yı  Ne Kadar Dikkate Alıyor

Peki partiler yeni medya’yı  ne kadar dikkate alıyor; kısa kısa paylaşmak istiyorum.

Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim hepsinin sıkıntıları hemen hemen aynı. :))

Önce haklarını teslim edelim! Tüm partiler kendi çapında yeni medyada birşeyler yapmaya çalışıyor. Gel gör etkili, nitelikli kullanan yok denecek kadar az. Sosyal medya nasıl kullanılır bilmiyorlar. Bilmedikleri gibi profosyonel  destek  almak istemiyorlar. Bazıları da bildiğini sanıyorlar. Bu da onlara yol, su ,elektrik olarak geri  dönüyor. Nasıl mı? Buyurun…

İncelediğim Sayfalarda Dikkatimi Çeken Şeyler Hep Aynı:

1.      Aday adayı olanlar tanıtım sayfaları açıyorlar. Sayfa kapak fotografları, profil resimleri, grafikler evlere şenlik.  Tertip düzen hiç yok! Karma karışık. Resimler cansız – çözünürlükleri düşük- aday adaylarının birçoğunun duruşu, kıyafeti ve kravatı uyumsuz. Bakarken içi kararıyor insanın. Hatta bir İstanbul aday adayının resmini gördüm  – en çok takip edilen bir sitede haber vermiş –  dövecek gibi bakıyo, tırstım :))

2.      Hadi AK parti aday adaylarının sayfaları fena değil, KURUMSALLIĞI HİSSEDECEK OLUYORUM bir de ne göreyim bakkal defterine benziyor sayfa.  İçerik yönetimi facia! Resimlerin çözünürlüğü, aday adayı duruşları facia. Yapmak için yapılmış. PAYLAŞIMLAR SAYFANIN AMACINA TERS, HEDEF KİTLESİ YOK, TANITIM AMACI GÜTMÜYOR, NEDEN ADAY OLDUĞUNU, DİĞER ADAYLARDAN FARKININ NE OLDUĞUNU PAYLAŞIMLARDAN BULANA BİR KAHVE BENDEN :)) SAYFANIN ADINI GÖRMESEM ANLAYANA AŞK OLSUN! DAHA NELER NELER…

3.      Yeni medyayı en aktif ve etkili kullanan CHP ve HDP sempatizanı kullanıcıları… Bu sempatizanların paylaşımlarından etkilenen birçok genç biliyorum. Evet yanlış okumadınız. Olur mu öyle şey derseniz etrafınıza bakın göreceksiniz. Örnek çok yakın biliyorum gezi olaylarına yeni medya nın katkısı büyük. Yeni medyada ki paylaşımları görüp eylemlere önce katılan sonra vazgeçen örnekler verebilirim.

4.      Bir başka boyut bu seçim ajanslar savaşı olacak. Bir tarafta Ak Parti’nin uzun zamandır değişmeyen ajansı  Erol Olçak yönetiminde Arter reklam (bu arada Erol Olçak Bey’de milletvekili aday adayı ) diğer tarafta CHP’nin çiçeği burnunda Ali Taran’ın ATCW ajansı ve Obama’nın  seçimlerde çalıştığı strateji şirketi Benenson Grup olacak. En son Ali Taran Cem Uzan gibi birine yüzde yedi oy kazandıran konseptini düşündükçe ilginç ve hareketli bir seçim olacağını görüyorum ve yine tekrarlıyorum SOSYAL MEDYA YÖNETİMİNİ BAŞARILI YAPAN  akıllı bir seçim yapmış olacaktır. Bu arada MHP’nin reklamla tanıtım gibi işlerle derdi yok gibi. Neden mi? “Bizimle Yürü Türkiye” Seçmene ne heyecan ne umut veren bir slogan. Seçmen sizle neye, nasıl, nereye yürüyüsün! HDP’ de ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerine benzer bir seçim konsepti hazırlayacaktır.

Sosyal Olun, Herkes Tanısın!

Bu arada yaklaşan seçimlerden dolayı hep siyasi partilerden konuştuk, çözümlemeler yaptık.  Şunu da paylaşmadan edemeyeceğim  sivil toplum örgütleri, firmalar içinde sosyal medya çok önemli. Zira artık alışverişi internetten, alışveriş sitelerinden yapıyoruz desem yeterli olacaktır. Bu yüzden İŞLETMLER, MARKALAR, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VB. “Sosyal medya araçlarında hesap açılması, hesapların görsel tasarımı, içeriğin hazırlanması, içerik girişi, hesaplamalar, raporlamalar, müşteri şikayetleri, online kampanyaları, duyuruları hazırlamak ve bunları düzenli sürekli yapmak önemlidir. Bu da tecrübe ister, ilgi çekici konularda bilgi vermek gerekir, hayranlık, sempati uyandırmak lazım.” “Herkes gibi düşünüp farklı şeyler ortaya koymak gerekir.”  Bu yüzden BİR PROFOSYONELE DANIŞIN, BİR PROFOSYONELLE ÇALIŞIN. SOSYAL OLUN, MARKANIZI (bu milletvekili aday adaylığı olur,  bu markalarınız olur vb. ) HERKES TANISIN!

Siyasal iletişim ve propogandanın yeni gözdesi yeni medyadır. Sosyal medya yönetimi artık zorunludur. YENİ GÜÇ  YENİ MEDYA’DA! Bu seçimler de akıllı seçim yapan kazanacaktır. AKILLI SEÇİM Mİ NE? SOSYAL MEDYA YÖNETİMİ, GÖNÜLLÜ SEÇMEN STRATEJİSİ VE YÖNETİMİ. Bu nasıl mı olacak bir bardah kahve değil kayfe içmeye buyurun :)))

Bizden söylemesi…

Dostlukla,

]]>
Sosyal Medya Sinema’da http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/sosyal-medya-sinemada/ Sun, 17 May 2020 18:26:13 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=653 “Aşkın Duasını” yaptıktan sonra sosyal medya ile ilgili üçüncü yazımızla devam ediyoruz. Bu yazıda ki konumuz Sosyal medya ve filmler.

13 Mart, 2015 – 10:50 – Bu sayfayı paylaşın :  

-A+A

Sinema bilgisayar ve internetle içli dışlıdır. Lakin sosyal medya gibi hayatın merkezine oturmuş olan ve yüzyılın belki de en önemli sosyal olayı hakkında bir elin parmakları sayısı kadar bile film çevrilmiş değil. Ama bu yazıda 7 güzel film hakkında bazı bilgiler vereceğim.

Sosyal Medya’yı Doğrudan Konu Alan Filmler

Sosyal medyayı doğrudan konu alan benim bildiğim kadarıyla Amerika yapımlı yalnızca 5 film sayabiliriz. Bunlar 1. Mesajınız Var  2.The Social Network ( Sosyal Ağ) 3. Disonnect (Sanal Hayatlar) 4. Black Mirror (Siyah Ayna)  5. Panik Butonu (Panic Button)

İlk film olarak 1998 yapımlı “Mesajnız Var” filmi gösterime girdiğinde Sosyal medyaya, internetten iletişim kurmaya meraklı bir kişi olarak ilgimi çekmişti.  1940 yılında gösterime giren “Köşedeki Dükkân” isimli filmin yeniden çevrimi olan bu filmden sonra uzun bir ara sosyal medya konulu film çevrilmedi.

Bu filmin konusu ise şöyledir: “Kalabalık New York şehrindeki milyonlarca yalnız insandan biri olan Joe Fox, hayalini kurduğu kitapçıyı açmak üzeredir. Boş vakitlerini bilgisayar başında geçiren Joe, chat kanallarından birinde tanıştığı bir kadınla samimi bir dostluk kurmaya başlar. Kely isimli bu kadın kendine ait kitapçısında çocuk kitapları satan sevimli ve içten bir kadındır. İkili konuştukça birbirlerine dair onlarca ortak nokta fark ederler ve aralarındaki ilişki büyülü bir bağa dönüşmeye başlar. Zamanı gelip buluşmaya ve tanışmaya karar verdiklerinde ise şaşırtıcı bir sürpriz kapıdadır… Sanal dünyada kurulan ilişkiler üzerine yapılmış ilk filmlerden biri olan sevimli yapıtın başrollerinde Meg Ryan ve Tom Hanks ikilisi bulunmakta.”

Facebook Hakkında Bilinmeyenler ve Sosyal Ağ Filmi

“Mesajınız Var” filminden sonra Facebook’un kuruluşunu hikâye haline getiren “The Social Network, (Sosyal Ağ)” Facebook’un kurucularından Mark Zuckerberg’in de bir nevi hayatının bir bölümü olan The Social Network Facebook hakkında bilinmeyen pek çok şeyi gün yüzüne çıkardı. Facebook’un ilk kurulduğu anı, sonrasını ve adım adım yükselişini bu filmde görebiliyorsunuz. Harward Üniversitesinde okuyan kızların fotoğraflarına puan verme işlemi ile başlayan ve ilk olarak Marc Zuckerberg’in MSN listesinde bulunanların üye olduğu Facebook bugün dünyanın en çok ziyaret edilen Google’dan sonra 2. Sitesi. Aslında tam bir başarı hikâyesi anlatılıyor. Filmde pek çok kişiyi hayrete düşüren olay ise Facebook’un kuruluşu için para harcayan  Eduardo Saverin’in nasıl Facebook’un dışına itildiği.

Sosyal Medya Bağımlılığı ve Sanal Hayatlar Filmi

Sosyal Medyayı konu alan  film olarak da 2012 ABD yapımı Disonnect (Sanal Hayatlar) filmidir. Filmde birbirinden çok farklı hayat yaşayanların ortak bir özelliği işlenmiş; Sosyal Medya bağımlılığı. Okul arkadaşına şaka yaparak, onunla ilgili bir videoyu sanal ortamda yayan ve arkadaşının intiharına neden olan pişman bir çocuk, bu çocuğun bilişim suçları ile ilgili polislikten emekli olan agresif bir babası, sosyal paylaşım sitelerinde sırlarını ifşa ederken dolandırılan bir eş, para karşılığı internette soyunan genç bir adam ve onun hikayesini yazmaya çalışırken başı belaya giren bir gazeteci, vs. Bu film verdiği sosyal mesajla, sosyal medyanın doğru ve bilinçli kullanımı gerektiğine de izleyenleri ikna ediyor. İnsanların yaşam tarzını bile kökten değiştiren sosyal medya olayına eleştirel bir bakış olmuştu Sanal Hayatlar…

Sosyal Medyanın Siyasi ve Geniş Toplumsal Etkileri ve Siyah Ayna Filmi

Aslında 2 sezon ve 5 bölüm olarak izleyebildiğimiz “Black Mirror – Siyah Ayna” filmini yazmadan olmaz. Bu filmin özellikle ilk bölümü sosyal medyanın siyasi ve geniş toplumsal etkilerini ele alma konusunda gerçekten ciddi bir başarıya imza attı. Aslında oldukça iddialı ve radikal bir bakış açısıyla hazırlanmış bir senaryoya sahip. Düşünün bir ülkenin Başbakanına kaçırılan bir kızın serbest bırakılması yönünde, canlı yayında bir domuzla ilişkiye girmesi karşılığında bir şantaj yapılıyor. Ve o başbakan bu şantaja kamuoyunun da baskısıyla boyun eğiyor. Videoyu ilk izlediğinde “bu sır bu odadan dışarı çıkmayacak” diyen Başbakan; sosyal medyadan, youtube’dan haberi yokmuş gibi yapıyor. “Artık çok geç” cevabı alan Başbakan hayatının en kötü gününü yaşıyor. Sosyal medyaya ve internete açıkça küfrederek sosyal medyanın etkisini ve gücünü damarlarında hisseden Başbakanın bu sosyal medya ile imtihanını konu alan film; demokrasinin, özgürlüklerin beşiği İngiltere’de yasaklanma tehdidi ile bile karşı karşıya kalıyor. Birbirinden konu olarak farklı ama aynı yere ışık tutan Black Mirror serisinin 2. Sezon ilk bölümü aşk ile sosyal medyayı bilim kurgu tarzıyla işleyerek bir araya getiriyor.

Sosyal Ağlarda Paylaşılan Gerçek Hikâyeler ve Panik Butonu Filmi

Beşinci film ise “Panik Butonu (Panic Button)” 2011 yapımı olan bu film “sosyal ağlarda paylaşılan gerçek hikâyelere dayanmaktadır” diye başlıyor ve gerekli mesajı ilk saniye veriyor. 4 genç bir yarışmayı kazandıkları bahanesiyle özel bir jete bindirilerek tatile gönderilir. Film baştan sona jetin içinde geçmektedir. Jet havada iken oyun başlar. Onlara sosyal paylaşım sitelerinde yaptıkları paylaşımlara dair ekrandan yazılı ve sesli sorular sorulur. Geçmişte bir takım adli ve ahlaki suçlar işlediklerini kabul etmeyen gençler ortam gerildikçe suçlarını kabul ederler ama bu zamana kadar yaptıkları paylaşımlar onların sonu olur. Ve uçaktan kimse sağ çıkamaz. Gençler kandırılmıştır. Sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan her şeyin bir yerlerde kayıt altına alındığına dair verdiği mesajla Panik Butonu doğrudan sosyal paylaşım sitelerini konu alan ender filmlerden.

İnternet sitelerini Konu Alan Bazı Filmler ve Diziler

Biz aslında burada sadece sosyal medyayı konu alan filmleri ele aldık. İnternet siteleri ve genel olarak interneti konu alan çok sayıda film çevrildi. Bunlar için Google’u bir film konusu olarak izlemek isteyenler için “Google Me” filmi… Oyun siteleri ile ilgili olarak “Ben X”, gerilimden hoşlananlar için ise “oldur.com” filmlerini doğrudan interneti konu alan filmler arasında sayabiliriz. Bu arada sinema filminden olmayıp da sosyal medyayı öyle ya da böyle konu alan dizi filmleri de sayarsak, blog sitelerinde dedikodu tarzı günlük yazan “Gossip Girl” dizisi ile internetten sevgili bulma ve buluşma hikayelerini ele alan “Dates”dizilerini saymadan geçmeyelim.”

İslam Dünyası’nın İlk Sosyal Medya Filmi

Şimdi sıkı durun ahali size bir sorum var! Sosyal medya kullanıcılarından ilham alarak film yapılan ilk müslüman ülkesi neresidir?

Pakistan… Cıkk… İran… Cıkk… Birleşik Arap Emirliği… Cıkk… Hımmm… Mısır, Suudii Arabistan, Malezya, Katar, Fas, Tunus… Cıkk… O zaman kesin ülkemizdir :)) Bu yazıdan sonra olabilir :)) Ülkemizde değil. Hadi ben söyleyeyim :)) Endonezya… Evet evet yanlış okumadınız Endonezya… Hem de bir tane değil iki tane film yapılmış. Hay maşallah :))

“Endonezya‟daki  gerek  Twitter  gerek  Facebook  gibi  sosyal  medyaların  kullanımının yaygın olmasından dolayı film üreticileri, sosyal medya kullanıcılardan  ilham  alarak  sinema  filmleri  üretmektedirler.  Biri “Republik  Twitter” diğeri “Radio Galau  FM”  filmleridir.

Republik  Twitter”  filmi,  16  Şubat  2012  tarihinde  gösterime  girmiştir.  “Republik Twitter” filminin olay dizisinde, bir genç oğlanın bir kız ile  sosyal  medyada  tanıştığını  ve  kıza  aşık  olduğunu  anlatıyor.  Önceden  hep  sanal  dünyada  iletişime  geçen  bu  genç  oğlan  sonunda  gerçek  dünyada  bu  aşkını  gerçekleştirmek  ister.  Sosyal  medyada  tanıştığı  kız  ile  Jakarta‟da  bir  yerde  buluşacağına  karar  verir.  Bu  hikaye,  sanal  dünyada  yaygın  olan  gençlerin  birbirleriyle tanışma olaylarından ilham almıştır. Bu tanışmaların bazıları devam edip  evliliğe sona erir.

Republik Twitter dışında sosyal medya ile ilgili bir diğer film,  “Radio Galau  FM”  filmidir. “Radio  Galau  FM”  filminin  olay  dizisinde  de  aynı  şekilde.  Bu  da  gençlik  aşklarını anlatan bir filmdir. Baş rolünün biriyle çıkar, sonra ayrılır ve dertli olur. Bu  üzüntü,  Twitter  ve  Facebook‟un  timeline  veya  zaman  çizelgelerinde  kolayca  bulunmaktadır. Birçok Twitter ve Facebook kullanıcıları, bu sosyal medyaları, kendi  günlük hayatlarında başına gelenlerini, özellikle dertlerini paylaşmak için kullanırlar.  İşte  sosyal  medyada  paylaşılan  bu  dertler,  “Radio  Galau  FM”  filminin  yapımının  ana malzemesidir.”

Nasıl ama…

Müslüman Bir Ülkede Bu filmin Yapılma Nedeni Ne?

“Belki merak nedeniniz vardır. Endonezya’da sosyal medya temalı olan bu filmin  yapımının nedeni ne?

Üç neden sayabiliriz. İlki,  sosyal medyanın  yaygın kullanılmasıdır. Sosyal medyanın sanal dünyada kullanımı  yeni bir akımdır. Film, izleyicilerinin bu yeni çıkan  akıma karşı ilgiyi güçlendiren ve  sağlamlaştıran  niteliklerden  olmuştur.  Böylelikle  aslında  film  yapımcı,  yapmış  olduğu filmin sosyal medya akımı gibi akım olup birçok kişi tarafından izlenmesini  beklemektedir. İkinci neden, Endonezya‟daki sosyal medya kullananlarının büyük şehirlerde  bulunan gençler ve  yetişkinler olmasıdır. Bunun  için bu film, genç ve  yetişkin aşk  hikayelerini  içermektedir.  Bu  tür  filmler  piyasada  çok  da  beğenilmiştir.  Sosyal  medya temalı filmi yapanları,  “Ada Apa Dengan Cinta”  ve  “Jomblo”  başlıklı 2000  yılın  başlangıcında  ortaya  çıkan  ve  piyasada  çok  beğenilen  gençlik  filmi  gibi  önceden  çıkmış  olan  diğer  gençlik  filmlerin  elde  ettiği  büyük  başarıyı  elde  etmeyi  ummaktadır. Üçüncü nedeni ise ticarettir. Başarılı bir film, büyük bir kâr kazandırır. Buna  itiraz yoktur. Sonuçta film sanayi de dahil olmak üzere tüm sanayi sektörleri, en azsermaye  ile  en  fazla kazancı  elde  etmeye  gayret  eder.  Gençlerin  peşini  bırakamadıkları olan sosyal medya temalı filmlerin yapımının da aynı şekilde, büyük  bir kâr kazanmasını beklenmektedir.”

Manyah Bir Proje :))

Sosyal medyanın hayatımıza nasıl girdiğini gösteren sinema boyutu böyle.

Göründüğü üzere sinema önemli bir sektör. Toplumları yönetmek isteyen ÜST AKILLARIN en büyük gücü şu an SİNEMA, TİYATRO, MÜZİK, EDEBİYAT, TEKNOLOJİ, AKILLI TELEFONLAR, MİZAH, ÇİZGİ ROMAN VE SOSYAL MEDYA.

Unutmadan sinema algı yönetiminin önemli araçlarındandır. Sinema ve diziler önemli sosyal bilgiler verirler. Toplumuda yönlendirmek için algı operasyonlarının yapıldığı savaş alanıdır.

Sadede gel derseniz! :)))

1.      Şunu özellikle paylaşayım. SOSYAL MEDYA BİRİLERİNE BIRAKILMAYACAK KADAR ÖNEMLİ! Sosyal medyada yerimizi almalıyız. Yeni cephe burası. Ama önce sosyal medyayı tanımak lazım sonra mevzide planlı programlı ve projeler üreterek yerimizi almak lazım.

2.      “ÜRETMEK YAŞAMAKTIR”. Özellikle sosyal medya kullanıcıları gençler. Bu arada önemli bir bilgi daha paylaşayım. Son zamanalrda aileler çocuklarını takip etmek için facebooktan profil açtıktan sonra bunu fark eden gençler twitter’a yönelmişlerdir. Haberiniz ola! :)) Konumuza dönersek gençlerin yeni eğitim araçı ne yazık ki sosyal medya. Onun için toplum herkesimini uygun projeler üretilmelidir.

3.      Önemli bir tesbit:140  karakterle ne düşündüğünüzü öğrendiler, öğreniyorlar ( twitter bu görevi yapıyor) sonra fotograf paylaşımı ile yüz analiz bankasına yerinizi aldınız (Instagram ın görevi bu), nerelerde kimle takılıyorsunuz, neler yiyorsunuz, neler içiyorsunuz onu da öğrendiler (foursquare , swarm vb. görevi bu) şimdi sırada 30-45 saniyelik kısa videolar popüler olacak (  hatta istediğiniz resminizi hareketlendiren ses olarak ünlü birinin veya filimin bir karesinden kesit sesle yapılan kısa video çılgınlığı başladı) benim tesbitim bu. Bu alanı değerlendirebiliriz.

4.      SOMUT PROJEMİZDEN BİR KESİT: Sesimizi şu ana kadar duyan olmadı ama bakarsın olur. Bizim değerlerimizi anlatan kısa animasyon filmler, sosyal medya ile ilgili filmler, bizim değerlemizi anlatan çizgi karakterli kısa filmler,  “askıda kahve” vb. hikayelerden uyarlanmış kısa filmler, kısa animasyonlar yapılabilir, kamu spotları daha ilgi çekici halde sunulabilir veya çeşitli maskot karakterlerle ve resimlerde yapılan oynamalarla öncü olunabilir. . Hatta ciddi olarak görülen bilimsel konularda bile 1.5-3 dk. lık animasyonlar yapılabilir.  Nasıl olacak diyen varsa elimde örnek çalışmalar mevcuttur. BENİM İŞİM BU! :))

Sosyal medya sinema’da :)) Bu arada ben cephede yerimi aldım. Büyük bir hayalim var… Ya siz?

Harun Emre KARADAĞ

Yaşam Enerjiniz: Bilginin Efendisi Olabilmek İçin Çalışmanın Kölesi Olmalısın. ( Balzac)

]]>
GENÇLERİN “YENİ KAHVEHANESİ” http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/genclerin-yeni-kahvehanesi/ Sun, 17 May 2020 18:21:32 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=651 Sosyal medya Ali Saydam’ın  deyimiyle “Neşeli Cahiliye Devri”, Alev Alatlı’ya göre “Genel Ev” ve Hasan Kaçan’ın tabiriyle de  “Twitter, Facebook vakit kaybı”… Elbette bu söylenenlerin gerçeklik payı var; lakin bu fırtınadan kaçış imkansız, doğru analiz edip ona göre bir yaklaşımda bulunulmalıdır, stratejiler geliştirilmelidir. Yoksa “gençler, aileler, şirketler ve toplum” heba olabilir…

Sosyal medya denince aklımıza “facebook, twitter, ınstagram, linkin, msn, youtube vb.” gelmektedir. Peki buralarda neler olmaktadır?

Bu meretler çok fenadır. :)) Bir yapıştı mı, bırakmazlar; kene gibidirler. İnsanların şu an ne yaptıklarını, nerede olduklarını gösterir, uzun zamandır görüşmediğiniz arkadaşlarınızı buldurtur. Resimler, müzikler, güzel sözler, haberler, videolar, kısa filmler, animasyonlar, alıntılar paylaştırır. Oyun oynatır. Yeni insanlarla tanıştırır arkadaşlıklar kurdurur, gezi parkında olduğu örgütlenme görevi görür, Arap Baharını yaptırtır, ünlülerin an itibariyle neler yaptıklarını, önemli bir olayda ilk düşüncelerini takip edebilirsiniz. Firmalar ürün tanıtımı, satışı, indirimleri ve kampanyalar gerçekleştirirler.

Yani takip edilmenin yeni mecrasıdır, istihbarların gönüllü kurbanları olmaktır.  Firmalar, ülkeler, istihbarat birimleri siz farkında olmadan ( sanarsınız sıradan paylaşım yaptım oysa olay farklıdır) 140 kelimeyle sizden kısa öz düşüncelerinizi alır, sizlerin davranışlarını değerlendirir. Sonra bu bilgiler size yol, su, elektrik olarak geri dönür :)) YANİ YOK YOKTUR; tam bir çarşıdır, tam bir pazar yeridir.

Kısacası sosyal medya platformun temeli “iletişim” ve “paylaşım” dır. Ama hikmetse sosyal medya kullanımı artıkça sosyalleşme azalmaktadır. Demek ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Neyse konumuza geri dönersek ( Aramızda kalsında şimdiden ürkütmeyeyim sosyal medya “biri sizleri gözetliyorun” yeni adıdır :)) )  sosyal medya gençlerin “yeni kahvehanesidir”, başta gençler olmak üzere toplumun algılarının yavaş yavaş yönlendirildi iletişim araçlarıdır, yeni haber kaynaklarıdır. Günümüz iki yüzlülüğünün ( elemanın ismi Murtaza facebook profilindeki adı  Kara Murat. Hatta face (sahte hesap)  hesabı abartıp “Gaye” yazan bile var. Güler misin, ağlar mısın. Başkası olma kendin ol, böyle daha güzelsin yiğidim! ), yalnızlığın, kendini ifade etmenin, özgüvenin, sahte özgüvenin, hava atmanın, kibirin, kendini kanıtlamak istemenin, gönüller kazanmanın  yeni adresidir ve sosyal medyadan kaçmak imkansızdır. Göründüğü üzere tercih sizin, KULLANIMI SİZE KALMIŞ. AKILLI İNSAN FIRSAT BİLİR. NİTELİKLİ PAYLAŞIMLARDA BULUNUR.

NEYMİŞ SOSYAL MEDYA ARAÇLARI VE GÖREVLERİ?

Sosyal medya araçları çeşitli kaynaklarda farklı şekilde sınıflandırılmıştır. Her geçen gün gelişen bu yeni dünyada, açılan her güncel kaynak yeni bir sınıflandırma başlığı  haline  gelmektedir. 

BLOGLAR: İnternette  yazılan  bir  tür  seyir  defteri  de  diyebiliriz. 

–              Kişisel  Bloglar: İnternet üzerinde bireysel olarak oluşturulan, genel veya belli bir odak noktası olan  Blog  türüdür.  Çoğunlukla,  Blog  yazarının  ismini  veya  takma  adını  alırlar. WordPress ve Tumblr gibi ücretsiz kanallardır.

–              Temasal Bloglar: Sadece  belirli  bir  alanda  yazılan  gönderilerin  yer  aldığı,  belirli  bir  konuda  uzman kişilerin yazdığı ve düzenlediği Blog sayfalarıdır. Politika, pazarlama, yemek, internet, ekonomi, tasarım, moda, fotoğraf, programlama dilleri, blogger temaları vb.

–              Topluluk Blogları: Üyelik sistemine sahip olan ve bu üyelerin yazdıkları gönderilerden meydana gelen kapsamlı Blog sayfalarıdır.

–              Kurumsal Bloglar: Şirketlerin, kendileri  ile  ilgili  haber  ve  duyurularını  daha  samimi bir şekilde halka  açtıkları  Bloglar,  dünyada  ve  iş hayatında  giderek  önem  kazanmaktadır. Türkiye’de de  artık  az  sayılamayacak  kadar şirket  Blog  sayfası  üzerinden  hedef kitlesiyle  iletişim  kurmaktadır.

MİKRO BLOGLAR: Blog  uygulamalarına  benzemekle  birlikte  daha  çok  anlık  girdi  yapılmasını sağlayan, uzun metinler yerine kısa cümlelerin aktardığı uygulamalardır. En bilinen türleri  Twitter,  Foursquare  ve  Friendfeed’tir.  Paylaşılan  kısa  metinlere  linkler eklemek vasıtasıyla görsel ve diğer içerik türleri kullanılabilir.

–              Anlık Durum Paylaşımı – Twitter: En  fazla  140  karakterden  oluşan  tweet(cıvıldama)   adı  verilen  İnternet vasıtasıyla  mesajların  gönderildiği  ve  Twitter’e  kayıtlı  kullanıcıların  birbirlerinin mesajlarını  okuyabildiği  ve  takip  edebilme  imkânı  sunduğu,  ücretsiz  bir  mikro-blog hizmetidir. Twitter’i  tanımak için bu sözlükteki  kimi tanımlamalar bilinmelidir.

Tweet (isim): Twitter ile atılan en fazla 140 karakteri içeren mesaj.

Takip  et:  Twitter’dan  bir  kimseyi  takip  ettiğinizde  o  kişiden  Tweet  veya güncellemelerin alımını sağlayan düğme.

Takipçi: Twitter kullanıcısını takip eden bir diğer Twitter kullanıcısı.

Direkt Mesajlar (DM): Sadece gönderen ve alıcı arasında gerçekleşen kişiye özel mesajlardır.

Keşfet:  En  üst  sıralardaki  Tweetlerin,  kimin  takip  edilebileceğinin,  gündemin, arkadaş aramanın ve arama kategorilerinin olduğu etikettir.

Hashtag: “ # ”  Sembolü gündemde en üst sırada  yer alan başlıkları ve anahtar kelimeleri işaretlemek için kullanılır. Bu sembol, Twitter kullanıcıları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

FF  (#Follow  Friday):  Twitter  kullanıcılarının  diğer  kullanıcılara  #FF  hashtag’i ile kimi takip etmeleri hakkındaki önermelerdir.

Zaman Akışı: Kullanıcının tüm tweetlerinin ters zaman örgüsüne göre sıralayan akıştır.

Retweet  (isim):  Kullanıcının  bir  Tweet’i,  kullanıcıyı  takip  eden  diğer kullanıcılarla paylaşmasına verilen addır.

Fail Whale: Türk kullanıcılar arasında pek kars¸ılas¸ılmayan bir isim olsa da Twitter’la ilgili haberlerde sık kullanılan bir terim. Twitter çöktügˆü zaman kars¸ınıza kus¸ların tas¸ıdıgˆı bir balina resmi geliyor. I·s¸te bu ünlü balinaya Fail Whale deniyor ve bunu gördügˆünüz zaman bilin ki Twitter’da bir sorun var.

Trending Topics: Twitter’da o sırada en çok konuşulan konuların listesidir. Dilerseniz bunu ülke ve şehir olarak özelleştirebilir veya tüm dünyanın gündemi için Dünya olarak seçebilirsiniz.

SOSYAL AĞLAR:

Myspace: Sanal  ortamda  kullanıcı  denetiminde  iletişim  ve  arkadaşlıklar kurulabilen, kişisel profillerin, blogların, grupların, resimlerin, müzik ve videoların barındırılabileceği bir sosyal  iletişim  web sayfası’dır.

Facebook:  “İnsanlara  paylaşmanın  gücünü  vermek  dünyayı daha açık ve bağlantılı bir yer yapmaktır.” Diye ifade ediliyor. Mutlu Binark  ve  Diğerleri, “Görülüyorum  Öyleyse  Varım!” kitabında   845.000.000 kullanıcıya  erişen  Facebook’un  ortaya çıkışını ve tarihini şöyle özetlemektedirler: “Harvard Üniversitesi öğrencisi Mark Zuckerberg, Andrew McCollum ve  Eduardo  Saver’ın  da  yardımıyla  2004  yılında  “The  Facebook”u kurmuştur. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Harvard öğrencilerin yarıdan  fazlası  Facebook’a  üye  olmuştur.  Kullanım  yaygınlığı  gittikçe artan  Facebook,  Boston’daki  MIT,  Boston  Üniversitesi  ve  Boston College  gibi  diğer  üniversitelerden  de  üye  kabul  etmeye  başlamıştır. Siteye  dahil  olan  okulların  gittikçe  artmasıyla,  2004  Aralık  ayında sitenin  kullanıcı  sayısı  1  milyona  ulaşmıştır.  Başlangıçta  “The Facebook”  olan  sitenin  adı  2005  Ağustos’ta  200  bin  Dolar’a Facebook.com  olarak  değiştirilmiştir.  2005’in  sonlarına  doğru  site, İngiltere  ve  Kanada’daki  üniversiteleri  de  üyeliğe  kabul  etmeye başlamıştır.  Aynı  yılın  sonunda,  ABD,  Kanada,  Meksika,  İngiltere, Avusturalya, Yeni Zelanda ve İrlanda’daki 25.000’in üzerinde üniversite sisteme katılmıştır. 2006 yılına gelindiğinde site, bir yandan üniversite ağını  genişletirken  diğer  yandan  kullanıcılarının  lise  arkadaşlarını  da arkadaş  listelerine  ekleyerek  üyeliğe  davet  etmesini  sağladı.  Bu gelişmelerle  birlikte,  enformasyonel  kapitalist  yapıda  Facebook’un tecimsel  değerinde  artma  yaşanmış,  Eylül  2006’da  Facebook,  e-posta adresi  olan  tüm  İnternet  kullanıcılarını  üyeliğe  kabul  etmeye başlamıştır.  Bugün  Facebook  dünyanın  en  yaygın  toplumsal  paylaşım ağı  haline  gelmiş  ve  kullanımı  tüm  dünyada  hızla  yaygınlaşan  site, Google’dan sonaki en değerli firmalardan biri olmuştur. Facebook’un  kullanım  amaçları  olarak  sıraladığı başlıklar,  Facebook  ile  birlikte  neredeyse  tüm  sosyal  paylaşım  ağlarının  kullanım amaçlarını özetlemektedir: Arkadaş Bulmak Amaçlı, Denetim ve Gözetim Amaçlı, Video, Resim, Fotoğraf, Müzik, Fikir Paylaşımı Amaçlı, Oyun Oynamak Amaçlı, Örgütlenme Amaçlı, Siyasal Amaçlı, E-Ticaret Amaçlı, Cinsel Amaçlı, İhbar Amaçlı

LinkedIn: Özellikle iş dünyasına odaklanan bir sosyal ağdır. İş çevresi, iş arkadaşları ve  potansiyel  yeni  iş  bağlantıları  kurma  ve  güncel  bir  özgeçmiş  sergileme  imkanı sunmaktadır.

Google Plus: Google ( internet arama motoru)  tarafından yönetilen sosyal ağ ve kimlik doğrulama hizmetidir

VİKİLER : “What  I  know  is…”  kelimelerinin  baş harflerinden  oluşan Viki yazılımlar  katılımcıların  katkıda  bulunarak  oluşturduğu  bilgi  sayfalarıdır. 

FORUMLAR: Tartışma  konularının  başlatıldığı  ve  sonradan  üzerinde  görüşlerin  bildirildiği  platformdur.

FOTOĞRAF PAYLAŞIMI:  Instagram, Flickr, FotoKritik, Photobucket, DeviantART en çok bilinen kanallardır.

LOKASYON PAYLAŞIMI – FOURSQUARE: Foursquare yazılımıyla bulundukları  mekanları işaretleyebilmekte ve bıraktıkları notlarla belli bir lokasyon hakkında bilgi verebilmektedirler.

VİDEO / HAREKETLİ GÖRSEL PAYLAŞIM KANALLARI: Youtube Vimeo, İzlesene,   ve Dailymotion bu alanda en çok bilinen kanallardır.

İSTİHBARAT KURBANLARI: HEM DE GÖNÜLLÜ!

Sosyal medya kullanıcıları “gönüllü istihbarat kurbanları pardon elçisidir”. :)) Biraz açmak istiyorum.  “Ortaya  çıkış  kaygısı  gözetim  ve denetim  olmamasına  rağmen,  zaman  içinde  başlıca  işlevi  gözetim  ve  denetime  “veri” sağlamak haline gelen sosyal medya, milyonlarca insan için günlük hayatın vazgeçilmez bir öğesi olmakla birlikte; modern bir fişleme yöntemi olarak da karşımıza çıkmaktadır.”

GÖZETİM VE MAHREMİYET KAVRAMLARI İŞTE SOSYAL MEDYA DA CAN ALICI NOKTA BURASIDIR. Bir de şu açıdan bakalım. Bir yerlerde okumuştum aklımda kaldığı kadarını paylaşmak istiyorum:

•             “Sosyal medya, istihbarat için mükemmel bir araçtır. Amerikan Başkanı’na bağlı  “Department of Homeland Security” adlı bir departmanın raporunda sosyal medyanın ne kadar önemli olduğunu CIA’nın 2004’den beri, Facebook veritabanını  istihbarat için kullandığını söylüyor. CIA, istihbarat(bilgi) toplamak için Facebook’u aktif bir şekilde kullanıyor. CIA temsilcisi Christopher Sartinsky; insanların politik görüşlerini, dinlerini,  tüm  arkadaşlarını, kişisel e-posta adreslerini, yüzlerce fotoğrafı, durum güncelmelerini yani her şeyi gizlece izlediklerinden bahsetmiş. Yine Department of Homeland Security raporuna göre Facebook’un meşhur kurucusu ve CEO’su olan Mark Zuckerberg, (babasının hayrına yapmamış bu siteyi ) haberde “CIA’in Facebook Program Yöneticisi” olduğundan bahsedilmiş. Zuckerberg’in geliştirdiği Facebook programı sayesinde, CIA içinde “şu ana kadar en gelişmiş tek güçlü kitle kontrol aracını (facebook) yaratan efsane kişi(the overlord) olarak çağrıldığından bahsediliyor. Facebook’un ayrıca CIA’in istihbarat giderlerinden ciddi anlamda tasarruf etmesini sağlamasından bahsediliyor. Twitter için de diğer CIA yazılımı olarak bahsediliyor” 🙂

•             “ Alman RT kanalında da buna benzer haberler yayınlanmıştı: Facebook ve Twitter gibi yazılımların bilgi kaynağı olarak kullanılması sürdürülebilir bir istihbarat sisteminin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Genellikle haber kaynakları için istihbarat örgütleri, ciddi paralar harcarlar. Facebook ve Twitter gibi sosyal ağ kültürü ile sarmalanan birey ise bu işi kendine görev bilerek gönüllü olarak  yani para talep etmeden yapıyor. Bu da kendi başına müthiş bir modeldir.”

•             Facebook 2014’un ilk 6 ayı içerisinde dünya çapında ülkelerden gelen kullanıcısı bilgisi talepleriyle ilgili açıklamada bulundu. Geçtiğimiz yıllara göre devletlerin özel bilgilerini istediği kullanıcı sayısında yüzde 24’lük bir artış var. Sadece 6 ayda 35 bine yakın kişinin kişisel verisi Facebook’tan alındı. Facebook mahkeme kararı olmadan veri vermediği için, aslında devletlerin talep ettiği sayının çok az bir kısmını oluşturuyor bu rakam.

•             Google’da açtığınız her sayfa bizim kişiliğimizi ele veriyor. Hatta google adınızı yazın neler çıkacak? Dolayısıyla mahremiyet kalmadı, öldü. Kızlarda cinsel ilişki yaşı 9 yaşına kadar düşmüş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca yapılan “Boşanma Nedenleri” konulu araştırma, çok çarpıcı sonuçlar ortaya çıkardı. Bunlardan en dikkat çekeni, çiftlerin boşanma nedenlerinin başında, yüzde 53 ile sosyal medyanın gelmesidir. Hata sosyal medyanın yanlış kullanımı aldatmaları artırmıştır. Prof. Dr. Erol Göka: “Batılı hayat tarzı ülkemize gelip yerleşti. Dolayısıyla Türk aile yapısı bozulmaya başladı”(Haber7) Hatta akşam yemeğini yan odada ki oğlunu, eşini akıllı telefonla mesaj göndererek haber eden bile var.

Demek ki olur olmadık herşeyi paylaşmamalıyız. Nitelikli şeyler paylaşın, mahremiyetinize dokundurmayın. UNUTMAYIN BİRİ SİZİ GÖZETLİYOR! Sakın bana birşey olmaz demeyin ( bir örnek ünlü bir firma iş başvurularında sosyal medyayı kullandığını açıkladı) ucu size birgün mutlaka dokunacaktır.

Göründüğü gibi olumlu yanları olduğu kadar olumsuz yanlarınında olduğu bir mecra sosyal medya…  O zaman “bilmek, anlamak, öğrenmek, geliştirmek veya alternatifini bulmak şart; yani eğitim şart!” :))) Özellikle paylaşımlarımıza dikkat etmek lazım. Özel paylaşımlarda bulunmayalım. ( Nerede ne içtiğinizi, kimlerle beraber olduğunuzu alem bilmesin. Birşeyiniz eksilmez, birşeyde kaybetmezsiniz. İlla birşey paylaşmak istiyorsanız insani değerler için, farkındalık oluşturucak düşündürücü komik paylaşımlarda bulunun.) EN ÖNEMLİSİ YÜZ YÜZE İLETİŞİMDEN ASLA VAZGEÇMEYİN; CANLI SOHBET KÜLTÜRÜMÜZÜ EVDE, İŞTE HER YERDE YAYALIM.

Sosyal medya bıçak gibidir; sapından tutarsanız iş yapar, sapından tutmazsanız bir yerinizi keser. Eeee o zaman sapından tutalım, öğrenelim, anlayalım, uygulayalım dimi :))

İşte böyle… Daha çok şey paylaşacağız çok… Bir nefes arası verelim dimi… Kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Dostlukla,

Yaşam Enerjiniz:  “Sevgi herkese verilir;  tabii hak eden alır!…” (Şems-i Tebrizi)

Yararlanılan Bazı Kaynaklar:

– Brand Age Dergisi 2010 sayı : 66 

– A. Seçkin Canan, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Sosyal Medyanın Kullanımı: Üç Alana Yönelik Bir İnceleme 

– Mutlu  Binark  ve  Diğerleri,  Toplumsal  Paylaşım  Ağı  Facebook:  “Görülüyorum  Öyleyse  Varım!”,  1.Basım, İstanbul, Kalkedeon Yayınları

– Asu Kızılarslan, Sosyal Medyanın Toplum Üzerindeki Etkilerine Eleştirel Bir Yaklaşım Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı Genel Gazetecilik Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

]]>
Ezberleri Bozan Dünya Sosyal Medya http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/ezberleri-bozan-dunya-sosyal-medya/ Sun, 17 May 2020 18:19:24 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=647 Söyleyen ne güzel söylemiş “İnsan bilmediğine düşmandır”…  Son zamanların ezber bozan dünyası, hayatımıza çaktırmadan giren, yerleşmeye başlayan  “sosyal medya” üzerine bir yürüyüşe çıkacağız. Çok farklı, derde deva olacak paylaşımlarla, Dünya’dan, ülkemiz’den örneklerle ( gezi olayı, fuat avni kim?, Obama seçim çalışmaları, firmaların sosyal medya ürün satışları ve kriz yönetimleri vb.), uygulamalarla sizleri sıkmadan sıradaşı bir yürüyüş yapacağız. Yine cevabını vereceğimiz hususlar arasında “Aileler çocuklarıyla sosyal medya’dan nasıl iletişim kurmalı, kurabilir? Sosyal medya’da gündem nasıl oluşturulur? Sosyal medya’daki tehlike(ler) nedir? İlk sosyal medya filmi nerede yapılmış? Etkin, doğru sosyal medya kullanımı nasıl olmalı? Sosyal medya için ülkemizin yol haritası ne(ler) olmalı?” soruları var.

İşte bu yazı dizisiyle sosyal medyanın can alıcı noktalarına temas edeceğiz, sosyal medya’nın doğru kullanımı hakkında bilgiler vereceğiz.Tabii sizi biraz zorlayacağız. Yok öle armut piş ağzıma düş! :)))

BİZİM ZAMANIMIZDA SOSYAL MEDYA MI VARDI HERİ?

Bizim zamanımızda sosyal medya mı vardı heri? Sizin zamanınızda yoktu ama şu an var, kaçamazsınız :)) YANİ babadan kalma iletişimlerin sonuna geldik ne yazık ki, YENİ MEDYA SOSYAL MEDYA…

Önce bugünlere nasıl gelinildi bir bakalım… Bunu anlamak için önce internetin doğuşuna bakmak lazım. Hemen paylaşıyayım. Bir yerde okumuştum: “İnternetin ortaya çıkış nedeni, sıradan insanların birbirleriyle iletişimini sağlamak değil, İNTERNETİN ASIL NEDENİ ASKERİ AMAÇLIDIR.” diyordu.

Biraz daha ayrıntılandırırsam “ “1960’lı  yıllarda  bir  odaya  ancak  sığar büyüklükte  ve  az  sayıda  bilgisayarla  araştırmalar  yürüten  Amerikan  Savunma Departmanı’nın  Gelişmiş Araştırmalar  Projesi  Bölümü  (ARPA-  American  Defense Department’s  Advanced  Research  Projects  Agency),  araştırmacıların  bilgisayarlarının birbirlerine bağlanabildiği  ve bilgi alışverişi yapabildikleri  bir ağ (network) oluşturmak için kolları sıvadı. Kuşkusuz Amerikan Savunma Departmanı’nın o günlerdeki en azılı düşmanı  Sovyetler  Birliği  ve  birliğin  dünya  üzerindeki  gücü  idi.  Dolayısıyla  dolaylı anlamda  da  olsa,  internetin  ortaya  çıkışını  Soğuk  Savaş’ın  varlığına  bağlamak  yanlış olmaz. Yani  internetin önemi, o  günlerde  siyasi mücadelede  teknolojik bir  işlev  yerine getiriyor  olması  idi.  Siyasi  amaçlar  doğrultusunda  geliştirilmiş internet  teknolojisinin kitle  iletişiminde  bir  araç  olarak  kullanılması,  yani  bir  medya  platformu  olarak  işlev görmesi  ile  birlikte  de  internetin  siyasetteki  kullanımı  genişlemiştir.  Böylece  önceleri sadece  teknolojik  bir  fayda  sağlayan  internet,  zamanla  vazgeçilmez  bir  propaganda platformu halini almıştır.”

“Peki Amerika  Birleşik  Devletleri,  internetin varlığından  önce  medyayı  siyasi  bir araç olarak nasıl kullanmıştır?  Bu konuda sayısız örneğe  rastlamak  mümkün. Şüphesiz ABD,  özellikle İkinci  Dünya  Savaşı’nın  bitiminden  bu  yana  medyayı  bir  siyasi  araç olarak  en  aktif  kullanan  ülkelerden  biri  olagelmiştir.  1950’li  yıllardan  Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün başladığı 1980’li yıllara kadar, hem Soğuk Savaş’ın varlığı, hem de  yirmi  yıla  yakın  süren  Vietnam  Savaşı,  ABD  hükümetlerinin  hem  Amerikan toplumunu  hem  de  müttefikleri  olan  ülkeleri  amaçları  yolunda  ikna  etmesini  zorunlu kılmıştır. Bu sebeple  önce Amerikan sineması ve  radyolar, daha  sonra  da televizyon bu amaç  için  çokça  kullanılmıştır.  Komünizmin  ABD’ye  ancak  bir  felaket getirebileceği  düşüncesi  Amerikan  toplumuna  aşılanmış,  Amerikan  hükümeti  radyo  ve  televizyon kanallarıyla,  film  prodüksiyon şirketleriyle  cok  sayıda  işbirliğinde  bulunmuştur. ABD sadece Amerikan toplumu ile kalmamış, dünyanın bir çok ülkesinde, özellikle Avrupa’da  komünizmin  büyümesinin  önünde  durmak  için  medyayı  ciddi  biçimde  kullanmıştır. Bunun en ilginç örneklerinden biri 1948 yılında yayımlanan ‘Bir Gelecek Kazan’ (Win a Future) yarışmasıdır.”

“BİR GELECEK KAZAN” (WİN A FUTURE) YARIŞMASI

“İkinci Dünya  Savaşı sonrası  halen yaralarını  sarmaya çalışan, ancak yoksulluğun ve  işsizliğin  gitgide  büyüdüğü İtalya’da  bir  komünist  rejimin  başlayacağı  tehlikesi, ABD’yi  tedbir  almaya  zorunlu  kılmıştır.  Çünkü  İtalya’daki  muhtemel  bir  sosyalist devrim, ABD’de yaşayan İtalyan popülasyonunu da etkileyebilir, İtalyan asıllı Amerikan vatandaşları  da  komünizme  benzer  bir  sempati  duymaya  başlayabilirlerdi.  O  dönem Kaliforniya  kongre  üyesi  olan  Nixon’ın  emriyle  dönemin  önemli televizyon  yapımcısı John  Guedel  ile  konu  görüşülmüş,  ve  kendisinden  bu  belayı  Amerikan  toplumundan uzak  tutacak,  aynı  zamanda İtalya’ya  da  derman  olacak  bir  çıkış yolu  istemiştir. Guedel’in  önerisi  açıktır:  ‘Bir  Gelecek  Kazan’  adlı  bir  yarışma  düzenlenecektir.”

“Yarışmaya  katılmak  isteyenler,  programa  başvuru  formlarıyla birlikte,  neden  komünist değil  de  kapitalist  bir  ülkede  yaşamanın  daha  iyi  olduğunu  açıklayan  100  kelimeyi aşmayan  mesajlarını  göndereceklerdir.  Her  hafta  mesaj  gönderen  bir  kişi  seçilecek,  büyük bir ev,  bir işve Amerikan rüyasına  yakışır bir  gelecek için  yarışacaktır. Formül tutar  ve  programa  mesajlar  yağar.  640  bin  katılımcının  yolladığı  mesajlar,  yiyecek yardımlarının içlerine yerleştirilerek İtalya’ya yollanır ve İtalya’daki fakir mahallelerine, yani  oyların seçimi  en belirleyici olduğu bölgelere  gönderilir. Yarışma  hem İtalya’daki halkın  komünizm  sempatisine  engel  olur,  hem  de  ABD  toplumunun  kapitalist  sistemi sorgulaması  olasılığının  önüne  geçilmesinde  etkin  rol  oynar.  Amaca  ulaşılınca  da yarışmaya son verilir.”

“ ‘Bir  Gelecek  Kazan’  yarışması,  ABD’nin  medyayı  toplumu  siyasi  anlamda  yönlendirme aracı olarak kullanmasının sayısız örneğinden bir tanesi olmasının yanında,  interaktif iletişimin, yani tek taraflı değil çift yönlü iletişimin örneği olması açısından da  önemlidir.  Televizyon  mesajın  topluma  tek  taraftan  ulaştırıldığı  bir  araç  olmaktan  çıkmış,  toplumu  da  süreçte  gönderdikleri  mesajlarla  etkin  kılarak,  sosyal  medyanın  bugünkü başarısına ulaşabileceğinin ilk sinyallerini o günlerden vermiştir.”

Ya ahali işte böyle. Ne ders almalıyız? Şimdi duralım bir düşünelim. Bir sonraki yazımda kaldığım yerden devam edeceğim.

Dostlukla,

Yaşam Enerjiniz:  “Şu zalim dünyada hiçbirşey kalıcı değildir, dertlerimiz bile!… “ (C.Chaplin)

]]>
DÜĞÜN AKRABALARI HİZMETİ VERİLİR! :) http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/dugun-akrabalari-hizmeti-verilir/ Sun, 17 May 2020 18:17:01 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=645 İTİNA İLE GÜVENİLİR DÜĞÜN AKRABALARI HİZMETİ VERİLİR! 🙂

Düğün mevsimi başladı! 🙂

İletişim Kafe’nin Araştırmacı-Karıştırmacı muhabiri Kâmil Suspus internette sörf yaparken ulaştığı ilginç bir haberi sizlerle paylaşıyor.

Haber şu: “Çin’de damat sahte düğün davetlileri yüzünden tutuklandı!”

“Çin’in kuzeyinde bir damat, düğüne davet ettiği 200 kişinin ailesi ve arkadaşları yerine para karşılığı gelen kişiler olduğu ortaya çıkınca tutuklandı. Şanii bölgesindeki yerel basına göre olayı gelinin ailesi fark etti. Liu ailesi, damadın davetlileriyle konuştuklarında herkesin “Yalnızca arkadaşız” demesi ve nasıl tanıştıklarını anlatamamaları üzerine şüphelendi. Tören başladığında damadın ailesinin hâlâ ortalıkta olmaması üzerine, Lui ailesi damadın yalan söylediğini fark etti. Yerel TV kanalı Şanşi TV’ye konuşan “konuklar”, Bay Wang adlı damadın kendilerine 80 yuan (yaklaşık 35 TL) verdiğini, karşılığında onun ailesi ve arkadaşlarıymış gibi davranmalarını istediğini anlattı. Damadın tuttuğu davetlilerden biri WeChat adlı uygulama üzerinden damatla yaptığı fiyat pazarlığı yazışmalarını gösterdi. Davetlilerden bazıları üniversite öğrencisi ve taksici olduklarını söyledi.”

“Damat ile gelinin üç yıldır birlikte olduğu bildirilirken, çiftin tamamen farklı arkadaş gruplarına sahip olması nedeniyle daha önce yanlış giden bir şey olduğunu fark etmedikleri haberde yer aldı.

Bazı haberlerde gelinin ailesinin damadın ailesini yoksul bulduğu, damadın da ailesini utandırmamak için onları davet etmekten vazgeçtiği yer alırken, devlete ait yerel haber portalı Şibu Online polisin konuyu soruşturmakta olduğunu yazdı.”

Vay be sonunda bunu da duyduk; “Kiralık akrabalıklar” …

İlginç tarafı Çinli damadın kiraladığı akrabalar güven vermediği için yakayı ele vermiş; ya güven birileri olsaydı ele vermeseydi?

Geleceğin mesleğinden biri ‘Kiralık akrabalık” yapmak olursa hiç şaşırmam. 🙂 Bu her ülkenin ihtiyacına, kültürüne göre bir yol ve zaman alacaktır.

İlan olarak “İtina ile güvenilir düğün akrabaları hizmeti verilir.” Reklamını duyarsam, görürsem inanın hiç şaşırmam. 🙂  Hatta cenazelere bilem işler genişler kanımca; “Ağlatma garantili ağıtça kadınlar bulunur.” 🙂

Sakın bizde olmayın demeyin; malum Dünya küreselleşiyor. Teknoloji artık tüm Dünya’da ki insanı kimi zaman üç gün/ay/yıl önce kimi zaman beş gün/ay/yıl sonra ne yazık ki aynı şeyleri düşündürüyor.

HALA İNANDIRICI GELMİYORSA BU TEDİRGİNLİĞİM, ALIN SİZE BİR KANIT!

Günümüzün kahvehaneleri sosyal medya ağları buna en güzel örnek…

Sosyal medyada daha “itibarlı” görünmek için para karşılığı kendisine takipçi edinenlere, beğeni edinenlere ne diyeceksiniz?

Önceden düğün kurulur fakirler ağanın sofrasında ağırlanırdı. Sonraları uzaktan akraba fakirler düğünün dışında tutuldu bazı yakın akrabalar ile yetinildi. Şimdilerde düğünlerde hava atmak için herkes özelliklede kıl oldukları kimseler davet edilerek “desinler ve hava atma” kültürü hâkim… Sosyal medya mevzularına hiç girmek istemiyorum; lüzumu üzerine yakın bir zamanda bu konuda yazı dizisine başlayacağım. 🙂

Kısadan hisse;

Birinci dikkat çekmek istediğim muhabbet; düğünler düğün yapılmaktan çıkmış durumda! Bizim kültürümüze göre tasarlanmalı, planlanmalı. Düğünlerdeki giyim kuşamlar bir elden geçirilmeli…

İkincisi; her gün biraz daha yalnızlaşıyoruz.

Önceleri arkadaşlarımızla, dostlarımızla ailemizle daha fazla zaman geçirirken şimdileri evimizin dört duvarı arasında, bilgisayar başında zamanımızın büyük bir bölümünü geçiriyoruz.

Ruhumuz sevgi, dostluk, kardeşlik paylaşmak gibi temel gereksiniminden yoksun kalıyor. Sonunda duygusuz, duyarsız birey, toplum haline geliyoruz.

Daha da yalnızlaştığımız şu günlerde ileride bazı şeyleri çok özleyeceğimizi düşünüyorum.

En çokta neyi özleyeceğiz biliyor musunuz? Ailelerimizi. Daha doğrusu aile ortamını. İnanmadınız dimi.

Desem ki aile eğitimin vazgeçilmez ilk başladığı yerdir. Herkes evet diyecektir. Âmâ görüntüler başka şey söylemektedir.

Aileler eğitim yeri olmaktan çok artık belli bir zorunluluktan kaynaklanan, otel niyetine kullanılan sıradan yaşam alanı haline gelmiştir. Oysa aile demek bir toplumun, bireyin can simidi demektir.

Kendini keşfettiği, mutluluğunu sevincini hüznünü paylaştığı rahatlama merkezleridir. Toplumların bireylerin sigortalarıdır.

Bir toplumu bireyi mutsuzlaştırmak, kendinden bi haber haline getirmek aile kavramını küçük adımlarla ya içini boşaltmak ya da yok etmekle mümkündür.

Kendi kültürünüzden değerlerinizden uzaklaştırılarak ya da aile kavramını   ilgisi olmayan bozuk bilgilerle doldurulduğunda öldürücü mikrop bırakılmış demektir.

Son nokta mı ne olur? Aile giderse Çin’de ki düğün gibi olur. Aile giderse yok oluruz. Başkalaşırız hem bu dünyayı hem de ahireti kaybedenlerden oluruz.

Bir de bu açıdan bakmak lazım; işte böle güzel insanlar. 😉

]]>
“Aklımızdaki Soruların Cevabı http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/aklimizdaki-sorularin-cevabi/ Sun, 17 May 2020 18:14:34 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=642 BİRİNE AKIL VERİRKEN KALANI SİZE YETMEYECEKSE RİSK ALMAYIN 🙂

Bugün yaşadığımız tüm sıkıntıların çözüm anahtarını açıklıyoruz.

Hayat nedir? Hayat amacm nedir? Mutluluğu sobelemenin sırları? Hayatın anlamını sorgulayanlar, dermansız derdim var diyenler, insanlar beni neden anlamıyor, zorlukla mücadele etmenin altın kurallarını merak edenler, önce değerlerim diyerek yalan söylemeden kazanmayı, gerçek samimiyeti öğrenmek isteyenler, gerçek arkadaşlığı, dostluğu, vefayı, başarının püf noktalarını merak edenler, sahte açılım arayanlara gerçek açılımı asırlar önceden önümüze koyan, İNSANLIĞI ANIMSATAN, İNSANLIK DERSİ VEREN UFKUMUZU GÖSTEREN AKLIMIZDAKİ SORULARIN CEVABI tekdir: Gün Çanakkale’yi Sadece Anmak Değil Anlamak Zamanıdır.

ÇANAKKALE’YE BİR DE BU GÖZLE BAKMAYA NE DERSİNİZ?

Hemen Şimdi, Çanakkale’yi Sadece Anmak Değil Anlamak Zamanı!

Çanakkale Şehitleri bu yıl yüz ikinci yaşında.

Yıl 1915… Öyle güzeldi ki gittikleri yerler bir daha dönmediler… Bir gül bahçesine girer gibi kara toprağa girenlerin, vatan sevgisinin anıtlaşan kahramanlarının yorgan olup örttüğü topraklarda, dur diyebilen iradenin destanlaşan öyküsü, sahibini arayan mektuplar gibi duruyor.  Gelibolu artık bir gül bahçesi…

Kurtuluş Savaşı’nın önsözünü, Çanakkale’yi okuyalım. Çanakkale denince yürekler sızlar, gözler nemlenir, söz biter, dil bağlanır… Çünkü kaybetmek üzereyken kazanmanın, bitti denilirken yeniden başlamanın, yeniden dirilmenin, yeniden var olup ayağa kalkmanın adıdır, Çanakkale.

Bu zafer;‘‘Hürriyetime ve istiklalime dokunamazsınız’’ ‘‘Belki öldürebilirsiniz fakat esir edemezsiniz’’ diyebilmenin adıdır…  ‘‘Ben bir Türk’üm ve bir kişi bile kalsam size yeterim’’. ‘‘Ser verilir sır verilmez. Can verilir vatan verilmez’’ diyen millet evlatlarının ve sadece Çanakkale kanıyla toprağı yoğuran 253 bin şehidin emanetidir 18 Mart…

‘Bez’i ‘bayrak’ yapan , ‘taş’ı ‘vatan’ kılan ‘aşkı’, özgürlük ve bağımsızlık için ölmeyi dünya hayatına tercih eden ‘onuru’, yoklukları ve mazeretleri yok eden ‘varlık’ mücadelesinin, ölümü öldürenlerin adıdır.

İNSANLIK DERSİ 

 “Fransızlar! Türkler gibi mert bir milletle savaştığınız için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahsında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaraları sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle bir konuşma yaptık:

–              Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

–              Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun, anasının yanına dönsün.

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan sızan gözyaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler…” ( Fr.Generali BRIDGES )

Bu savaş aslında bir medeniyetler ve inançlar savaşı idi. Dünün gençliği canını koydu ortaya; Akif’in dediği gibi : “Asımın nesli… Diyordum ya nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”

BİZİM AÇILIMA DEĞİL, ÇANAKKALE RUHUNA İHTİYACIMIZ VAR!

Öncelikle onları tanımak için güneşlerin gömüldüğü topraklara Çanakkale’ye ailemizle, sevdiklerimizle gitmek gerekir.

Ne zamanki orada yatan ölümsüz insanların hikâyesini anlayacağız, uygulamaya başlayacağız işte o zaman sıkıntımız bakalım kalıyor mu?

Kısacası: Çanakkale’yi anmaktan ziyade anlamaya o kadar muhtacız ki. Bugünkü sıkıntıları çözüme kavuşturmanın tek yolu Çanakkale ruhunu aşılamaktır, Çanakkale ruhunu yeniden kazandırmaktır, Çanakkale değerlerinde buluşmaktır. Artık herkesin kendi payımıza düşecek dersi almanın zamanı geldi. Onlar boşuna ölmediler. Bize bir vatan ve eşsiz bir destan bıraktılar. 98. yılında bu destanı yeniden okuyalım. Onların soluduğu havayı paylaşalım. Milletçe Çanakkale ruhunda buluşalım. Onları tarih kitaplarında unutmayalım.

Zafer için ölüm anlamlı ama ölmek için ölüme koşuş düşündürücü değil mi? Peki bu bir intihar mı? Asla! Ama zafer şartlarının tamamen kaybolduğu bir ortamda insanların akın akın ölüme koşmalarını nasıl izah edeceğiz? İşte altını çizmek istediğimiz soru budur. Bu soruyu doğru cevaplandırırsak bu destanın manasını da doğru anlamış oluruz.  

ÇANAKKALE‘DE BULUŞALIM, ÇANAKKALE’Yİ YAŞAYALIM, YAŞATALIM…

O KADAR…

HERKES “ANNE” OLABİLİR; AMA “ANA” OLAMAZ!

“Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş. Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş.”

 Ahali özel günleri çoğunlukla sevmem, kutlamayı tasvipte etmem; lakin bazı günler hariç 🙂

Sabahın ilk ışığı penceremden içeri girerken radyodan duyduğum ” Son yıllarda boşanma sayısı %60 arttı ” haberi beni ” zaten kimse ana olmak istemiyor” dedirtiyordu.

İtiraf ediyorum hayatta ne parası olanları ne makamı mevkisi olanları kıskanıyorum sadece ama sadece analarımızı kıskanıyorum.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum “anne” demiyorum “ana” diyorum. Evet herkes anne olabilir; ama ana olamaz.

Ana olmak dünyanın en kutsal görevidir. Ana olmak zordur ama yaratıcının dünyada ki merhamet, sevgi, şefkat, fedakârlık temsilcileridir. Analık dünyanın paha biçilmez değeridir, tadıdır, eğlencesidir, zevkidir, sorumluluğudur…

Nedense bunları bilmemize rağmen anaların kıymeti ya kaybedince ya da ana baba olunca anlaşılır veya anlaşılmadan “ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna ” anlayışıyla bitecektir hayat.

Tabii bir de evliyseniz; ” İş biraz daha karışıktır” diye bir düşünce vardır. Karşı taraf haline getirilmiştir ana ve eş. Bu insana yapılacak en büyük kötülükten başka bir şey değildir. Eşinizin yeri ayrıdır ananızın yeri ayrıdır. Ananız anne değil ana ise kendinden çok eşini sev diyerek yine inceliğini gösterecektir. Tabii eşinizde iyi bir eşse annenizi kendi annesi olarak görerek, davranarak en güzel cevabı verecektir.

Şu dizeler de anlamlı: “Bir melek görmek istiyorsanız, annenizin gözlerine bakın / Bir yürek görmek istiyorsanız, annenizin yüreğine bakın / Bir dilek görmek istiyorsanız, annenizin dudaklarına bakın / Bir emek görmek istiyorsanız, kalkın da kendinize bakın “. 

Bu duygulara kimler sahip oluyor kimler tadıyor sadece analarımız…

Neden kıskandığımı şimdi daha iyi anlamış olmalısınız.

Ana dedik, candır dedik, şunu da söylemezsek olmaz; “Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş. Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş.”

Anacığımın nasihatlerini Abraham Lincoln emmi özet yapmış: 😉 ” Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını. Fakat şunu da öğret ona: “Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır”. Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını… Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona sessiz zamanlar da tanı.

Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği. Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğin de dahi.

Tüm insanları dinlemesini öğret ona, fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğün de bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Ona kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.”

Duman etti beya!

Toparlayayım…

Ne zaman ananızı arayıp halini hatırını sordunuz? Ne zamandır ananızın yanağına öpücük kondurmadınız? Ne zaman ananıza kırmızı bir gül alıp her şeyiniz olduğunu söylediniz? Belki bu saydıklarımı şu ana kadar yapmadınız belki de yaptınız. Hiç önemli değil.

Şimdi yaşlı, genç, kız, erkek fark etmez sizlerden bir ricam olacak eğer ananız hayattaysa ananızı ya telefonla arayıp ya da elinize kırmızı bir gül alıp ona ziyarete giderek “Seni seviyorum” demeye vefat etmişse mezarını ziyaret ederek veya dua ederek hatırlamaya ne dersiniz? Bu iki sözcüğü onlardan mahrum bırakmayalım. Bir gün gelir çok geç olabilir…

Benden söylemesi; hörmetler 😉

]]>
BİSKÜVİ’Yİ ÇAY’A BANDIR, GEL DE MİDE’Yİ KANDIR :) http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/biskuviyi-caya-bandir-gel-de-mideyi-kandir/ Sun, 17 May 2020 18:10:58 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=639 Ahali selamlar!

Bugünkü mevzumuz yine hepimizi yakından ilgilendiren bir mesele; boğazlar meselesi.  Boğaz dediysem hani yeme içmek anlamında yani :)))

Her sorunu çözdük bir bu mu kaldı diye bilirsiniz. Lakin en mühim meselelerin başında boğazlar meselesi var. Misal “açken ben değilim.” 🙂 Malum bir de Dünyayı ve ülkemizi çok yakından ilgilendiren bir baş belası var: Obezite. Üzülerek paylaşıyorum Obezite oranı Dünya da ve ülkemizde giderek artıyor. Bu konuya merak sardım şu an derinden derinden araştırıyorum. Süper paylaşımım olacak ileriki yazılarımda.

Mevzuya geri dönersem; “Hep beyne mi yatırım yapcaz, biraz da mideye yatırım yapalım.” 🙂 diye bizim ahaliyle konuşuyorduk ki bir de sosyal medya da ne göreyim! Piri faninin birisi “gıda tarihimizde öğle yemeği yoktur.” adlı bir yazıyı sosyal medya hesabından paylaşmış! Yazıyı okudum, dünyam yıkıldı 🙂 Bana hak vereceksiniz.

Manidar bir girişle başlıyor paylaşımı;

“Yemek biraz da insanları hasta etmek demektir. Bilhassa öğleyin çok yemek yiyen insan âtıllaşır, kafası işlemez. Bir nevi yemek hastası olur. Bu öğle yemeği bütün dünya yüzünde yeniden ele alınacak bir sosyal ve ekonomik bir problem olmuştur.” Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in, ‘Salname 1970 Yıllığı’nda yer alan ‘Gıda Tarihimizde Öğle Yemeği Yoktur’ başlıklı yazısını alıntılanmış.

Okudukça vay be diyorum… Anadolu’da dolaşırken görüyoruz ki sabahleyin kuvvetli bir yemek var. Öğleyin yenmiyor. Akşamleyin bilhassa köylerde kâfi aydınlanma olmadığı ve öğle yemeği de yenmediğinden güneş batmadan önce gün aydınlığının son saatine yemek var. Buna hâlâ birçok yerlerde devam olunuyor.

Bu nereden geliyor? Tarihimizde vakfiyelerden ve İstanbul’daki imaret aşhanelerinden sabahleyin kuşluk vaktinde ve bir de akşamleyin yemek öğrencilere ve vakfın diğer memurlarına veriliyor. Bazı devlet memurları da imaretten yemek alıyor. Ya orada yiyor; veyahut evine götürüyor. Onlara akşam yemeği vermek yok. Lakin öğrenciler ve onlardan verilenlerden kalanın fazlasının verildiği fakirler var.

Selçuklu, beylikler ve Osmanlı vakfiyelerinde de böyle.

Pekiyi öğle yemeği nereden çıkıyor?

Yazarın ağzından dinlemeye devam ediyoruz. Bu da 125 sene önce Tanzimat ile bir nevi Avrupaperestlik olarak, esas ana prensipler üzerinde olmayarak sırf bir nevi alafrangalık da maalesef beraber girdiğinden esaslaşıyor.

Bir Avrupa modası olarak yer aldığını görüyoruz. Lakin bizim kendi malımız olan hafta ve erfane ile gidilen gezintilerinde yemek yine öğleye yaklaşık olmakla beraber tam o değildir. Sofra kurulu durur, önce birlikte yemek yenir. Sonra gezenler, tozanlar, acıkanlar, susayanlar; o hazır sofrada duranlardan gide gele çimlenirler. Fakat esas yine kuşluk yemeğidir. Gezintilerde de bu anane bozulmaz. İmaretler ‘de yine yemekler iki öğün verilir.

XX. asır başlangıcında iş değişmiş; umumileşmiştir. Ne var ki Garp ve bilhassa Amerika bu garip ve asla sıhhî olmayan ve bilhassa kafa ve vicdaniyle çalışacakları yoran öğle yemeği usulünden feragat yolunu tutmuştur.

Avrupa’da bilhassa İngiltere’de dünyanın eski usulüne uyarak öğle yemeği halk tabakası arasında yoktur. Onlar da sabahleyin kuvvetli yerler ve akşama kadar yemezler; öğleden sonraki çalışma verimi düşmez.

Bu öğle yemeği bütün dünya yüzünde yeniden ele alınacak bir sosyal ve ekonomik bir problem olmuştur. Birçok şahıslar bunu kendi üzerlerinde yapmağa muvaffak olmuşlardır. Hele yatılı mekteplerde öğle yemekleri düşünülecek ve acil hal çaresi arayan bir konudur. Öğleyin mükemmel yiyen bir çocuk öğleden sonraki derslerini dikkatle takip edemez. Uyuklamalar ve söylenenler üzerinde düşünememek hep öğleden sonradır. Ve bu cihetle bu derslerden tam ve müspet netice elde edilemez.

Mekteplerimizde bizim orta ve yüksek tahsil devrelerimizde ekmek ve peynirle vakit geçiştirirken fakir talebenin derslerinde ve imtihanlarda muvaffak olma sebeplerinden biri de bu yoksulluklarıdır. Zengin çocuğu ve yatılı okullarda mükemmel öğle yemeği yiyenlerin muvaffakiyetleri daima düşüktür.

Bunu dünya çapında bir mesele olarak bugünkü pek de yerinde yolunda olmayan kıt düşüncelerimizle hal yoluna gitmek zordur. Fakat fertler kendilerini kurtarma yoluna gidebilir; öğle yemeklerini memurlar ve öğrenciler ve öğretmenler kaldırarak yerine hafif bir sandviçle işi geçiştirebilirse cemiyeti bundan değil; amma kendi kafalarını ve sağlıklarını ve iş zamanında kendilerini yemek hastası yapmaktan kurtarmış olurlar.

On asır önce dünyanın en büyük ve çok değerli Müslüman hekimi Buharalı İbn Sina der ki: “Günde bir defa ye; kuvvetli ye; bu sana kâfi gelir; zira bağırsaklarımız uzun olduğundan hazım devresi uzun sürer. Eğer bağırsaklarımız kuşlarınki gibi kısa olsaydı nefes alır gibi yerdik.” (Süheyl Ünver, Salname 1970 Yıllığı, sf 90-94, Alıntılayan: Necdet Ömer Özer)

Üstat böyle demiş ama biz ikisine -beyne mideye :)- de yatırım yapalım, sporla çözeriz kilo problemini  :))) Anadolu’nun eşsiz lezzetlerinden vazgeçmek zor. Hatta Avrupa Birliğine girersek kokoreç yasaklanacak mevzuları konuşulduğunda gerekirse girmeyelim kokoreçten vaz geçmem demiştim :)))

Velhasıl, arabanın benzini neyse yediklerimizde o dur! Yememize, içmemize dikkat edelim.  Rus Atasözleri der ki; Sabah kahvaltını krallar gibi et, öğlen yemeğini dostunla paylaş, akşam yemeğini düşmanına ver. Bu minvalde Prof. Dr. Canan Karatay noktayı koyuyor: “Sabah kahvaltısı krallar gibi Öğle yemeği dükler gibi Akşam yemeği fakirler gibi yenecek.

Böyle biline; hörmetler efendim :))))

]]>
KESİN BİLGİDİR YAYALIM :) http://reklamarkasi.com/hemre/2020/05/17/kesin-bilgidir-yayalim/ Sun, 17 May 2020 18:08:07 +0000 http://reklamarkasi.com/hemre/?p=637 BİR KAVANOZ REÇEL, BUNLAR DA GEÇER 🙂

Nedenini bilmiyorum bugün içimde cıcıl cıvıl kuşlar ötüyor.

O ZAMAN HEP BERABER AYNAYA BAKALIM, HEP BERABER GÜNEŞE YÜRÜYELİM…

Yürüyelim: Çünkü “Duranlar yürüyenlerden daha çok ses çıkartırlar”.

Bugün ağır abi takılacağız 🙂

Hayatta en büyük sıkıntı insanın kendisi gibi olmaması maske takarak yaşamasıdır. Bir yerde de okumuştum oradan buradan şuradan ortaya bir karışık yapayım. 🙂

NEDEN KENDİN OLMADIN?

“Kendisi olmak yerine, sahip olduklarına dönüşen insanlar dünyasında yaşıyoruz.

Bir şeye sahip olmaya hiç karşı değilim. Ancak onların insana sahiplenmesine müsaade etmemek gerekir. Biz bir ev alıyoruz. Sonra o evin taksitlerini ödeyebilmek için köle gibi çalışıyoruz. Ev orada duruyor ve beni çalıştırıyor. Bir araba alıyoruz Gece uykularımız kaçıyor. Devamlı olarak, çaldılar mı çalmadılar mı diye kontrol etme isteği duyuyoruz. Onun bekçisi oluyoruz. Araba beni kullanıyor.

Peki, bir şey bize sahip oldu mu olmadı mı nasıl anlarız? Onu kaybettiğin zaman yıkılıyorsan bitmişin demektir.  Ruhunu ona satmışın, o gittiği zamanda sen de gidiyorsun. Yani bir şey elinden gittiği zaman üzülüyor musun, üzülmüyor musun? O zaman en başından ona sahip olma daha iyi. Çünkü her şey kaybolmaya ve yok olmaya mahkûm.

MUTLULUK NASIL SAĞLANIR? 

En büyük aldanışlarımızda biri, içsel ihtiyaçlarımızın, dışsal maddelerle karşılanacağını beklememiz. Onlar seni sadece uyuşturuyorlar. Mesela diyoruz ki “Daha büyük bir eve çıkarsam mutlu olacağım.” Sonra daha büyük bir eve çıkıyoruz. O, bir süre seni mutlu ediyor çünkü uyuşturuyor. Ancak mutsuzluğun içten içe devam ediyor ve aldığın ev bir süre sonra tatmin etmemeye başlıyor. Daha çok param olursa diyoruz ama para öyle bir şey ki; hiç kimsenin hiçbir zaman yeterli parası yoktur. Para olursa mutlu olurum diyoruz. Paran oluyor, o para bir süre bizi uyuşturuyor. Ancak daha sonra yetmemeye başlıyor ve yine ihtiyaç hissediyoruz. Aynı uyuşturucu gibi. PARA EN BÜYÜK UYUŞTURUCULARDAN BİR TANESİ ZATEN…Param olsun sonra istediğim hayatı yaşayayım diyoruz, önce sahip olmak daha sonra olmak gibi yanlış bir düşüncemiz var. Hâlbuki önce olmak lazım. Sen önce bir zengin ol. Sonra paran zaten olur. Zengin olmak demek, ihtiyacın olmaması demektir.

KALİTELİ YAŞAMIN 3 KAYNAĞI

Birincisi nezaket; öncelik nezakette… Bu çok önemli. Nezaket derken “Siz buyurun, yok siz buyurun” kibarlığını kastetmiyorum. Karsındakinin varlığını kabul etmek, ona saygı göstermekten bahsediyorum. Dalia Lama’nın bir sözü var “Benim dinim nezakettir.” Bizim İslam dini de bu şekilde nezaket üstüne kurulmuş. ‘Haddini bilmek’, ‘edep’ çok güzel ifadeler. Karşındakine gerekli saygıyı göstermek, onun da var olduğunu kabul etmek… Nezaketi öncelikle kendimize karşı göstermiş olmamız gerekiyor. Benim bu kadar kilo almış olmam kendime göstermiş olduğum nezaketsizliktir. Kendi ihtiyaçlarımı bilip, eksiklerimi bilip onları zamanında karşılamak, bir yerimde ağrı varsa ilgilenip doktora gitmek kendime nezakettir. Bundan sonrası, seni tanımak… Sana geçerken yol vermek, yardım etmek senin benim isteklerimi yapmak için değil, kendi isteklerin için ortaya çıktığını kabul etmem ve tanımam ve olmak istediğini olmana da imkan vermem bir nezakettir. Ayrıca son olarak çevreye karşı nazik olma bir başka nezakettir. Ağaçları yok etmemek, çevreyi kirletmemek…

İKİNCİSİ BU DÜNYADA MİSAFİRSİN… Bu dünyaya öğrenmeye geldik ve bu yolculuğun edeplerine uymamız lazım. Bu dünyada misafir olduğunu bileceksin. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer. Dolayısıyla şikâyet etmeyeceksin. Teşekkür edeceksin ve bırakıp gideceksin. Yapışmayacaksın. Yolcu yolunda gerek. Dolayısıyla hayat hep bir “merhaba” ve” “hoşça kal” lardan ibaret. Bu bizim kaderimiz. Her yeni karşılaştığımız insan yeni bir parantez. Mühim olan bizim o parantezlerin içini nasıl doldurduğumuz. İyi şeyler şeyler doldurmak var, kötü şeyler doldurmak var. Bu bırakmalar sırasında, aldığımızdan daha iyi bırakırsak her yeni parantezi, dünyayı daha iyi bir yer yapmış oluruz

VE ÜÇÜNCÜSÜ SEVGİ. Sevgi bahsettiğimiz ‘BEN’i çevrenle ve evrenle bir bütün hale getiriyor. Tabi o benden kurtulmak kolay değil. Ne zaman karşındakini sahiplenmeye kalkarsan, o sevgi olmaktan çıkıyor ve ihtiyaçlarını karşılamak için bir enstrüman haline geliyor. Sahiplenip, senin üstüne düşen insan, aslında seni sevmiyor, kendi eksiklerini kapatmaya çalışıyor. Kendini seviyor da diyemeyeceğim çünkü kendini sevdiğin zaman kendinle de bütün olman lazım. Kendini sevmeyen insan seni sevemez. “3 türlü sevgi vardır. 1. Eğer türlü sevgi 2. Çünkü türlü sevgi 3. Her şeye rağmen sevgi… Seviyorum eğer o bana bunu, şunu yaparsa seviyorum dersen adı eğer türlü sevgi olur. Seviyorum çünkü onun şuyu var, buyu var dersen adı çünkü türlü sevgi olur. Rağmen türlü sevgide elbette sıkıntılar var ama ben sevgime ve karşındakinde sevgisine güveniyorum her şeye onunla varım, onunla birlikte üstesinden geleceğim demektir.” Velhasıl “KİŞİ KİM OLDUĞUNA GÖRMEK İSTİYORSA SEVDİĞİNE BAKSIN.” (Mevlâna) SEVGİNİZİN ADI NE? 

Hörmetler efendim 🙂

]]>